

Kapının açılma sebebini anlayamadım ama bir sürü insanın çıktığını gördüm. Üstüme gelen insanlar Çocukluğun Soğuk Geceleri' ndeki akıl hastanelerinden mi?! Yoksa onlar Paris'teki günlerden mi Tezer?! Tezer Özlü' nün neden 1990 yılında doğmamış olduğunu sorgularken gözkapaklarımı gevşettiğimi fark ediyorum. James bitiyor, sonunda Svevo yu okumaya başlıyorum. James çalarken, kapının boşluğunda olduğumu fark edip çömeliyorum kıçım açıldı galiba diye düşünüp tekrar ayağa kalktım mı bilmiyorum ama kıçım üşüyor. James' i ne zaman açtığımı bile bilmiyordum halbuki James çalıyor. Tıkışıyoruz arka kapıya doğru geçtiğimde "Bebeğim oldun daha ilk günden" naralarını işitince hemen tekrar "play" e basıyorum. The New' i iki kere işittim bu kadar geç kalmış olamazsın ulan!!īu gün küçük servis göndermişler.

Belki bir şeyler söylüyordurlar ama duymuyorum. Neyse çok sıkıntılı bir vücut dilim varki herhalde beni tanıdığına kanaat ettiğim insanlar da geçerken sadece el sallıyor. Hayır hakikaten durmuyorlar! Araba çarparcasına geçiyor ve insanlar benim neden 10 metrekare çevremde kimse yok anlıyor galiba. Hala mana veremiyorum hiç bi şeye, değer verdiğim tek şey kulağımdaki sesler oluyor ve durduğunu farkediyorum onların da. İsmini bilmediğim fakat güzel olduğunu düşündüğüm arabalarla geçiyor insanlar. Interpol devam ederken öğlenleyin unuttuğum sahneleri düşünüyorum. Farkına varıyor Mete "hiçkimseliğimin" ve gidiyor.

Oysaki Antakya da bile bu kadar çok görmüyordum onu. Tekliyorum gerçekten de Sanki, Mete ile hayatın anlamı üzerine filan konuşmam gerekiyormuş gibi geliyor. Mete geçiyor Mete ile konuşurken başlıyor o tekleme. Okuldan çıktığımda Eugene Hutz' un Everything Is Illuminated' da neden oynadığını düşündürüyor bana Kuştepe Interpol açıyor, gelen geçene bakıyorum. Hocanın "ders bitti" demesinden sadece bir kaç saniye sonra "Iron and Wine" dinlemek istediğimi farkedip elimi MP3 player a atıyor, şarkıyı buluyorum. İşte bundan sonrası benim aslında "hiçkimse" ile "aptal" olmam arasında şekillenen bir pasaj.Įvet aynen böyle. Sonraki dersi de iteleye iteleye bitiyor okuldaki günüm. ders başladığında kaçamak uyukluyorum öğle arasından kalma Bull In the Heater ve ismini hatırlamak için her şeyimi vereceğim o şey zihnimde, sadece bana özel yankılanıyor. (acaba bi gün okulda katliam yapacak potansiyel insanlarla tokalaştım mı?)ģ. "acaba bu UGG botlu kızlar da, yediklerini gidip tuvalette kusuyor mu?" Şapşalım sırtımı pencereye dönmüşüm, oturduğum yerin yanına koyduğum Svevo kitabı da benimle seyyah hala ben ona dolaylı yollardan öğretiyorum.Ve ardından 2 ders sonunda, yine yemekhane yine Elephant' tan sahneler dönüp dolanıyor Gün başlıyor İnglizce görmenin ağırlığı üzerimde, pencereden de bakamıyorum. Servis, okulun önünde durduğunda öğrenci kimliğimi kaybetmiş bir şapşal olarak, adama yurt kimliğimi gösterdiğimdeki tedirginliğim herhalde son zamanlarda hayatıma giren tek atraksiyon. Yurt kaotik ve ben bu kaotizmin içerisinde sıkılıyorum, ama sıkılmakta fayda etmiyor, serviste yine beyin ütülemeler hızlıca konuşmalar ve tabii varış. En azından elimde tuttuğum Svevo kitabını artık okumak istiyordum. Okul servisi geldiğinde, servise binerken tanıdık birilerini aradığımı söyleyemeyeceğim. Bir gün evvel aynı saatte sorunsuzca uyanmış olmama imrenip, 20 dakka geç uyandığımın farkına varınca kalktım yataktan ve tabii giyinerek aşağı indim. Sabah kalktığımda içimde bir huzursuzluk vardı zaten.
